20 Nisan 2012 Cuma
13 Nisan 2012 Cuma
12 Nisan 2012 Perşembe
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ!
Aşk ya aşktır ya değildir. Ne amaca gerek duyar, ne hedefe, ama kendi kendine doğar, kendi kendine yeter. Ne umuda yeri var, ne gerekçeye.)
Tenimde kırışıklıklar, saçlarımda beyazlar olmasaydı, kimse yaşlandığıma inandıramazdı beni. Çünkü kalbim hala kıpır kıpır...Tamam, yetmiş yıldır durmadan çalışıyor, emekliliğine sayılı günler kaldı belki ama hiç durmayacakmış gibi çarpmaya devam ediyor işte. Kısacası, kalbim tenim gibi henüz ihanet etmedi bana. Tabii bunun bir nedeni var...
Evet sevgili, zaman çabuk geçiyor değil mi? Hatırlıyor musun, yıllar önce demiştim ki, "seni asla unutmayacağım, hiçbir an sevmekten vazgeçmeyeceğim." Bu sözlerim karşısında şaşırmış, daha çok inandırıcılıktan uzak bulmuştun. Ve o günden sonra kim bilir kaç kez sonbahar kışa, kış ilkbahara, ilkbahar yaza, yaz sonbahara kavuşmaya çalıştı, bıkmadan usanmadan, olmadı, ama yine de hiçbiri vazgeçmedi, umudundan bir şey kaybetmedi. Tıpkı benim gibi.
Keşke şu an karşımda olsaydın; kırışmış ellerimi narin ellerinle sararak, "beni hala seviyor musun?" diye sorabilseydin. (Farkındayım, ellerim titriyor, ama inan yaşlılıktan değil, senin eskimeyen güzelliğin ellerimi titreten.) Belki aklımdan, yüreğimden geçenleri anlatmakta sözlerim aciz kalabilir, o an gözlerime bak olur mu, onlar sana tam olarak tercüme edecektir, söylemek istediklerimi. Peki, "seni ilk günkü kadar çok seviyorum hala" dediğimde, telaşlanır, gözlerin dolar mıydı, bir kez olsun...
Henüz genç olduğumuz günlerdi. Cadde de karşılaşmıştık da, üzerinde bahar çiçekleri ile süslü elbisen ve turunç kokan teninle, güzel yüzünde utangaç bir ifade, gülümseyerek akıp gitmiştin yanımdan. Bir daha o kadar yakından göremedik birbirimizi. O birkaç saniye içinde içime çektiğim kokunu hala duyuyorum. O anı tekrar yaşamak için az sonra ölmeye hazırım biliyor musun? Yine inanmadın değil mi? Bunca yıl seni hiç yanılttım mı? Ölümden korkarım elbette, ama seni sevmekten korktuğum kadar ancak.
"Umutla yolculuk etmek, gidilecek yere varmaktan çok daha zevklidir." demişler. İçimde hala umut var ama yolun sonuna geldik artık. Bir ömür kitabı daha kapanmak üzere ve aklıma takılan tek bir soru var yalnızca, kitabın son sayfalarını okuduğum bu günlerde "olsa nasıl olurdu?.."
ALMOR
(Aşk hakkında her şey doğru, her şey yanlıştır. Hakkında söylenecek hiçbir şeyin saçma olmadığı tek şey aşktır.)
Tenimde kırışıklıklar, saçlarımda beyazlar olmasaydı, kimse yaşlandığıma inandıramazdı beni. Çünkü kalbim hala kıpır kıpır...Tamam, yetmiş yıldır durmadan çalışıyor, emekliliğine sayılı günler kaldı belki ama hiç durmayacakmış gibi çarpmaya devam ediyor işte. Kısacası, kalbim tenim gibi henüz ihanet etmedi bana. Tabii bunun bir nedeni var...
Evet sevgili, zaman çabuk geçiyor değil mi? Hatırlıyor musun, yıllar önce demiştim ki, "seni asla unutmayacağım, hiçbir an sevmekten vazgeçmeyeceğim." Bu sözlerim karşısında şaşırmış, daha çok inandırıcılıktan uzak bulmuştun. Ve o günden sonra kim bilir kaç kez sonbahar kışa, kış ilkbahara, ilkbahar yaza, yaz sonbahara kavuşmaya çalıştı, bıkmadan usanmadan, olmadı, ama yine de hiçbiri vazgeçmedi, umudundan bir şey kaybetmedi. Tıpkı benim gibi.
Keşke şu an karşımda olsaydın; kırışmış ellerimi narin ellerinle sararak, "beni hala seviyor musun?" diye sorabilseydin. (Farkındayım, ellerim titriyor, ama inan yaşlılıktan değil, senin eskimeyen güzelliğin ellerimi titreten.) Belki aklımdan, yüreğimden geçenleri anlatmakta sözlerim aciz kalabilir, o an gözlerime bak olur mu, onlar sana tam olarak tercüme edecektir, söylemek istediklerimi. Peki, "seni ilk günkü kadar çok seviyorum hala" dediğimde, telaşlanır, gözlerin dolar mıydı, bir kez olsun...
Henüz genç olduğumuz günlerdi. Cadde de karşılaşmıştık da, üzerinde bahar çiçekleri ile süslü elbisen ve turunç kokan teninle, güzel yüzünde utangaç bir ifade, gülümseyerek akıp gitmiştin yanımdan. Bir daha o kadar yakından göremedik birbirimizi. O birkaç saniye içinde içime çektiğim kokunu hala duyuyorum. O anı tekrar yaşamak için az sonra ölmeye hazırım biliyor musun? Yine inanmadın değil mi? Bunca yıl seni hiç yanılttım mı? Ölümden korkarım elbette, ama seni sevmekten korktuğum kadar ancak.
"Umutla yolculuk etmek, gidilecek yere varmaktan çok daha zevklidir." demişler. İçimde hala umut var ama yolun sonuna geldik artık. Bir ömür kitabı daha kapanmak üzere ve aklıma takılan tek bir soru var yalnızca, kitabın son sayfalarını okuduğum bu günlerde "olsa nasıl olurdu?.."
ALMOR
(Aşk hakkında her şey doğru, her şey yanlıştır. Hakkında söylenecek hiçbir şeyin saçma olmadığı tek şey aşktır.)
SÖZLERİM
Cevabına inanmayacağın sorular sorma, en azından karşındaki insan yalan konuşmak zorunda kalmasın.
ALMOR
ALMOR
10 Nisan 2012 Salı
İLK KEZ
Sinan ve Şule yakın arkadaşlarının düğün merasimlerine
katılmak üzere ancak yola koyuldular. Şule'nin dakikalarca
aynanın karşısında vakit geçirmesi Sinan'ın sinirlerini
germişti, çünkü oldukça gecikmişlerdi. Salona girdiklerin
de ev sahibesi onlar için ayrılmış olan yerlerini gösterdi.
Davetliler çoktan kendini müziğin ritmine teslim etmiş
halde eğleniyorlardı. Şule de kendini bir an önce piste
atmak ve kalabalığın arasına karışmak için sabırsızlanıyor
du. Göz ucu ile Sinan'ı yokladı, hala asıktı genç adamın
yüzü. Zaten çok fazla gülmeyen, sevgisini belli etmeyen
tiplerdendi. Neyse ki Şule'nin yardımına üniversiteden
ortak arkadaşları yetişti. Masa bir anda şenlenmişti.
Salonda dans şarkıları çalmaya başladı. Tarık, Sinan'dan
izin alarak Şule'yi dansa kaldırdı. Şule, Sinan ile
evlenmeden önce Tarık ile sevgiliydi. O zamanki şartlar
nedeni ile ayrılmak zorunda kalmışlar, ikisi de farklı
insanlarla evlenmiş olmalarına rağmen geçen yıllar
birbirlerini unutturamamıştı.
Şule'nin içini müthiş bir huzur ve mutluluk hissi kaplamıştı.
Bu hali Tarık'nda dikkatini çekmişti; "Gözlerinin içi
gülüyor" dedi. Şule, kalabalığa aldırmadan biraz daha
kendine çekti, küllenmemiş aşkını. Aldığı cevap mutlu
etmişti Tarık'ı. Karşılıksız bırakmadı bu hareketini,
bedenleri temas ettiğinde Şule tepeden tırnağa bir yaprak
gibi titrerken; pistte, kalabalığın içinde kaybettirdiler
kendilerini.
Şule o kadar sokulmuştu ki Sinan'a, parfümünün iç gıcıklayı
cı kokusu aklını başından almıştı genç adamın. Tarık'ın
sertleşen penisini, siyah saten elbisesinin üzerinden
rahatlıkla hissediyordu Şule. Sağ eli de biçimli, sert
poposunu okşamakla meşguldü. "Yanakların kızardı,
iyi misin?"diye sordu Tarık. Şule, sorusuna soru ile
karşılık verdi,"beni çok mu istiyorsun?"
"senden hiçbir zaman vazgeçmediğimi biliyorsun" dedi, Tarık.
İkisi de dönüşü olmayan bir yola girmek üzere olduklarını
nihayet fark etmişlerdi. Pistten ayrılarak yerlerine
döndüler. Şule, bir an için kocası ile göz göze geldi.
Gözleri ateş saçıyordu adamın. Demek, Tarık ile pistteki
aşırıya kaçan samimiyetleri onun da dikkatini çekmişti.
Sinan, "hadi kalkıyoruz..." dediğinde Şule kocasının
bu emirle karışık talebine kayıtsız şartsız itaat etmek
zorunda kaldı.
Şule eve girer girmez, kendini yatak odasına attı. Sinan
ile tartışmak en son istediği şeydi şu an. Sinan ise bir
sigara yakmış, salonun içinde sinirli bir halde volta
atıyordu. Daha fazla dayanamadı ve bir hışımla yatak
odasına daldı. Şule hiçbir şey olmamış gibi soyunmaya
devam ediyordu. Sinan karısının kolundan sert bir şekilde
çekerek kendine dönmesini sağladı. "Neydi o ucuz kadın
hallerin öyle, Tarık'ın ağzına düşecektin nerdeyse."
"Yemeyenin malını yerler" dedi, genç kadın. Beklemediği
bu cevap karşısında, Sinan'ıngözleri kararmış, beyninde
şimşekler çakmaya başlamıştı.
Bugüne kadar hiç yapmadığı birşeyi yaptı; Şule'ye okkalı
bir tokat savurdu. Aynı anda içini derin bir pişmanlık,
şefkat, nefret ve aşk duygusu sarmıştı;
İçinde fırtınalar kopuyordu...
Ne yapacağını şaşırmıştı genç adam. Dudağından kan
sızıyordu karısının. Gözlerinden süzülen birkaç damla
yaşa engel olamadı. Kanı silmek üzere elini, karısına
doğru uzatmak üzereydi ki bu kez Şule'nin tokatı onun
suratında patladı. Sinan, büyük bir arzu ile karısına
sımsıkı sarıldı. Dudakları birleştiğinde ağzına hala kan
tadı geliyordu. Anlaşılmaz bir nedenle ağzındaki kan
tadı daha çok tahrik etmişti Sinan'ı.
Sinan, bir suçluyu etkisiz hale getirmek isteyen polis
gibi Şule'nin kolunu beli üzerinde kıvırarak, konsolun
üzerine doğru yatırdı. Kadın zaten yarı çıplak haldeydi,
ayrıca narin fiziği ile kocasına karşı koyması mümkün
değildi. Çaresiz başına gelecekleri kabullenmişti. Sinan
tek hareketle külotunu yırtıp attı Şule'nin. Muhteşem
poposunu ayırarak vadideki karanlık geçidin girişine
dayamıştı penisini. Aniden dar kapıdan içeriye girdi.
Şule elinde olmadan çığlığı bastı. Şimdi onun gözlerinden
ateş fışkırıyordu ama sinirden çok acının sebep olduğu
ateşti...
Ayna ile yüzü arasında yalnızca bir karış mesafe olmasına
rağmen Şule aynadaki yansımasına bakamıyordu. Gözlerini
yummuş, yaşadıklarının bir an önce bitmesini bekliyordu.
Sinan ise seksten çok karısından intikam alır gibiydi.
Karısının arka deliğinde gidip gelirken, kulağına eğilerek
"Tarık'ın mı seni böyle sikmesini isterdin?" diye sordu.
Şule cevap vermedi. Taş gibi siki sürtünmenin etkisi
ile kıvılcımlar saçıyordu. Bu durum çok uzun sürmedi.
Şiddetli patlamalarla vadinin derinliklerine doğru fışkırttı
kızgın lavlarını...
ALMOR
katılmak üzere ancak yola koyuldular. Şule'nin dakikalarca
aynanın karşısında vakit geçirmesi Sinan'ın sinirlerini
germişti, çünkü oldukça gecikmişlerdi. Salona girdiklerin
de ev sahibesi onlar için ayrılmış olan yerlerini gösterdi.
Davetliler çoktan kendini müziğin ritmine teslim etmiş
halde eğleniyorlardı. Şule de kendini bir an önce piste
atmak ve kalabalığın arasına karışmak için sabırsızlanıyor
du. Göz ucu ile Sinan'ı yokladı, hala asıktı genç adamın
yüzü. Zaten çok fazla gülmeyen, sevgisini belli etmeyen
tiplerdendi. Neyse ki Şule'nin yardımına üniversiteden
ortak arkadaşları yetişti. Masa bir anda şenlenmişti.
Salonda dans şarkıları çalmaya başladı. Tarık, Sinan'dan
izin alarak Şule'yi dansa kaldırdı. Şule, Sinan ile
evlenmeden önce Tarık ile sevgiliydi. O zamanki şartlar
nedeni ile ayrılmak zorunda kalmışlar, ikisi de farklı
insanlarla evlenmiş olmalarına rağmen geçen yıllar
birbirlerini unutturamamıştı.
Şule'nin içini müthiş bir huzur ve mutluluk hissi kaplamıştı.
Bu hali Tarık'nda dikkatini çekmişti; "Gözlerinin içi
gülüyor" dedi. Şule, kalabalığa aldırmadan biraz daha
kendine çekti, küllenmemiş aşkını. Aldığı cevap mutlu
etmişti Tarık'ı. Karşılıksız bırakmadı bu hareketini,
bedenleri temas ettiğinde Şule tepeden tırnağa bir yaprak
gibi titrerken; pistte, kalabalığın içinde kaybettirdiler
kendilerini.
Şule o kadar sokulmuştu ki Sinan'a, parfümünün iç gıcıklayı
cı kokusu aklını başından almıştı genç adamın. Tarık'ın
sertleşen penisini, siyah saten elbisesinin üzerinden
rahatlıkla hissediyordu Şule. Sağ eli de biçimli, sert
poposunu okşamakla meşguldü. "Yanakların kızardı,
iyi misin?"diye sordu Tarık. Şule, sorusuna soru ile
karşılık verdi,"beni çok mu istiyorsun?"
"senden hiçbir zaman vazgeçmediğimi biliyorsun" dedi, Tarık.
İkisi de dönüşü olmayan bir yola girmek üzere olduklarını
nihayet fark etmişlerdi. Pistten ayrılarak yerlerine
döndüler. Şule, bir an için kocası ile göz göze geldi.
Gözleri ateş saçıyordu adamın. Demek, Tarık ile pistteki
aşırıya kaçan samimiyetleri onun da dikkatini çekmişti.
Sinan, "hadi kalkıyoruz..." dediğinde Şule kocasının
bu emirle karışık talebine kayıtsız şartsız itaat etmek
zorunda kaldı.
Şule eve girer girmez, kendini yatak odasına attı. Sinan
ile tartışmak en son istediği şeydi şu an. Sinan ise bir
sigara yakmış, salonun içinde sinirli bir halde volta
atıyordu. Daha fazla dayanamadı ve bir hışımla yatak
odasına daldı. Şule hiçbir şey olmamış gibi soyunmaya
devam ediyordu. Sinan karısının kolundan sert bir şekilde
çekerek kendine dönmesini sağladı. "Neydi o ucuz kadın
hallerin öyle, Tarık'ın ağzına düşecektin nerdeyse."
"Yemeyenin malını yerler" dedi, genç kadın. Beklemediği
bu cevap karşısında, Sinan'ıngözleri kararmış, beyninde
şimşekler çakmaya başlamıştı.
Bugüne kadar hiç yapmadığı birşeyi yaptı; Şule'ye okkalı
bir tokat savurdu. Aynı anda içini derin bir pişmanlık,
şefkat, nefret ve aşk duygusu sarmıştı;
İçinde fırtınalar kopuyordu...
Ne yapacağını şaşırmıştı genç adam. Dudağından kan
sızıyordu karısının. Gözlerinden süzülen birkaç damla
yaşa engel olamadı. Kanı silmek üzere elini, karısına
doğru uzatmak üzereydi ki bu kez Şule'nin tokatı onun
suratında patladı. Sinan, büyük bir arzu ile karısına
sımsıkı sarıldı. Dudakları birleştiğinde ağzına hala kan
tadı geliyordu. Anlaşılmaz bir nedenle ağzındaki kan
tadı daha çok tahrik etmişti Sinan'ı.
Sinan, bir suçluyu etkisiz hale getirmek isteyen polis
gibi Şule'nin kolunu beli üzerinde kıvırarak, konsolun
üzerine doğru yatırdı. Kadın zaten yarı çıplak haldeydi,
ayrıca narin fiziği ile kocasına karşı koyması mümkün
değildi. Çaresiz başına gelecekleri kabullenmişti. Sinan
tek hareketle külotunu yırtıp attı Şule'nin. Muhteşem
poposunu ayırarak vadideki karanlık geçidin girişine
dayamıştı penisini. Aniden dar kapıdan içeriye girdi.
Şule elinde olmadan çığlığı bastı. Şimdi onun gözlerinden
ateş fışkırıyordu ama sinirden çok acının sebep olduğu
ateşti...
Ayna ile yüzü arasında yalnızca bir karış mesafe olmasına
rağmen Şule aynadaki yansımasına bakamıyordu. Gözlerini
yummuş, yaşadıklarının bir an önce bitmesini bekliyordu.
Sinan ise seksten çok karısından intikam alır gibiydi.
Karısının arka deliğinde gidip gelirken, kulağına eğilerek
"Tarık'ın mı seni böyle sikmesini isterdin?" diye sordu.
Şule cevap vermedi. Taş gibi siki sürtünmenin etkisi
ile kıvılcımlar saçıyordu. Bu durum çok uzun sürmedi.
Şiddetli patlamalarla vadinin derinliklerine doğru fışkırttı
kızgın lavlarını...
ALMOR
3 Nisan 2012 Salı
SENİ ANLATMAK İSTİYORUM
Seni sevmek beni kesmiyor
Çiçek aldığım yaşlı kadına
Bana,"sana ne oldu?" diye sorana
Seni anlatmak istiyorum
Gece hüzünlü...
Mehtap yok, bir dost yok
Aynanın karşısına geçip
Seni anlatmak istiyorum
Yanımda olsan yetmez biliyorum
Yükü ağır karıncaya,
Köşedeki çınar ağacına
Seni anlatmak istiyorum
Alından öpsem, balından tatsam,
Doymam biliyorum.
Cennetteki hurilere
Seni anlatmak istiyorum
2 Nisan 2012 Pazartesi
MAVİ YOLCULUK
Gün gelir, başını alıp uzaklara, çok uzaklara gitmek ister insan. İçinizdeki sevda bulutları öyle yoğunlaşmıştır ki, yağmak istersiniz olmaz, çağlamak istersiniz olmaz, nehirlere karışmak istersiniz olmaz....İşte o gün yola çıkma vaktidir, açık denizlere ulaşmak, sulara karışmak için. Bu zorlu yolculukta size eşlik edecek tayfalarınız; aklınız, yüreğiniz, umutlarınız ve hayallerinizdir. Geminin kaptanı başlangıçta sizsinizdir. Fakat bir süre sonra bu görevi aklınızın ama daha çok yüreğinizin devraldığını görürsünüz. Bu yüzden de, çoğu kez asıl rotanızdan şaşarak, yıldızların, yakamozların peşine düşersiniz.
İlk günler “deniz” sakindir, laciverttir, sizin gerçek bir dostunuz gibidir. Heyecan ve mutluluk içinde sürer yolculuğunuz. Yanıldığınızı anlamanız uzun sürmeyecektir ama “deniz” in siyah rengini, sizi ısrarla reddeden çalkantılı halini görmeniz de. İşin kötü yanı “deniz” e kızamazsınız da bu yüzden, çünkü onun doğası budur. “deniz” in doğası budur ama sizin de cesaretiniz, kocaman bir yüreğiniz vardır. Direnmek, “deniz” in bütün güzelliği ile sarılıp sarmalanmak istersiniz ısrarla. Artık tam bir savaş hali içindesinizdir. Bir yandan “deniz” ile savaşırken, diğer yandan tayfalarınızın yavaş yavaş isyan etmeye başladığını görür, onları ikna etmeye çalışırsınız. Aklınızı, hatta; umut ve hayallerinizi bile ikna etmeyi başarırsınız çoğu zaman, fakat yüreğiniz bir türlü ikna olmak istemez. Çünkü siz vazgeçmeye çalıştıkça “deniz” bütün güzelliği, cazibesi ile karşınıza dikilir. Aklınız sizinle tam bir işbirliği içinde teslim olmaya hazırken, yüreğiniz inatla savaşmaya devam etmek ister, “deniz” in bugüne kadar girdiği her savaştan galip çıktığını bilmeden.
Her şeye rağmen kumandayı tekrar ele almak gerekir. Bir tek siz farkındasınızdır, açık denizlerde aradığınız, ulaşmaya çalıştığınız bu limanın size ait olmadığının. Öyleyse, demir almak vakti gelmiştir. Gelmiştir ama, nereye döneceğinize karar veremezsiniz bir türlü. Sizin istediğiniz herhangi bir denizde, herhangi bir liman değildir çünkü.
Yolculuktan sizin için arta kalan en büyük kazanç biraz daha olgunlaşmış olmanızdır. Derler ya “acılar insanı olgunlaştırır.” Acı insanı olgunlaştırır, bu doğru. Ama yalnızca “insan olanı”olgunlaştırır. Aksi halde, isyankar, acımasız bir ruh haline bürünerek günden güne çirkinleşebilirsiniz.
ALMOR
1 Nisan 2012 Pazar
TRENDE BİR GECE
ALMOR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)